Ye Oyna Uyu

Kreşe Başlama & Kreş Seçimi

Yaz aylarının sonuna doğru yaklaşırken birçok ailenin de konusu çocuğun okul öncesi kurum hayatına geçişi oluyor. Bu nedenle, sanırım bu yazının tam da zamanı! “Kreşe ne zaman geçilmeli?” “Kreşe geçerken nelere dikkat edelim?” “Kreşe geçerken ortaya çıkan zorluklar nelerdir?” gibi konular ile geçişten bahsedeceğim, ama her zamanki gibi az bahsedilen kısımları ile ve ilk 3 yaş çerçevesinde…

Yaş ile başlayalım. Kreşe başlama yaşı olarak 3* yaşı tercih ederiz. Çünkü, burada artık anneden ayrışma tamamlanmış, bu ayrışmayı takiben dönem için beklenen seviyede otonom sağlanmış, bebeklikten çocukluğa geçilmiş ve dış dünya ve yaşıt ilişkileri daha ilginç olmaya başlamıştır. İlk 3 yaşta ruhsal doğumunu yapan ve insana dönüşen varlık, burada artık dünya ile ilgili merakını daha farklı bir seviyede yaşar. Burada çocuğun annesinin dışında bir komüne, tüm gelişim alanlarını destekleyecek daha geniş bir alana ihtiyacı vardır. Bu alan genişlemesi kendi ruh-beden-zihin sınırlarının annesinin sınırlarından ayrılması, bu dönem için tamamlanması ile ilgilidir ve bundan böyle de ergenliğe doğru yavaş yavaş genişleme devam edecektir. Yine, ergenlikte, önemli seviyede bir genişleme yeniden hissedilecek ve aile bu defa da bu dönemdeki genişlemeye ayak uydurmak durumunda kalacaktır. Ayrılıkla ilgili sizi çok tetiklemeyelim, henüz orada değiliz, bulunduğumuz döneme dönelim

Birçok çocuk bu nedenlerle bu yaş döneminde kreşe geçmeye hazır olur. Ancak, durum yine de çocuk özelinde değerlendirilmelidir. Anneden ayrışma ne derece gerçekleşebildi?
Hala anne (ya da anne işlevini gerçekleştiren kişi) çocuğun bir uzantısı gibi mi davranıyor, ya da çocuk halen, yoğun halde, anneyi eli kolu gibi algılama halinde mi? Yoksa, baba (ya da baba işlevini gerçekleştiren kişi) ile ilişki üzerinden dış dünyaya bir açılım oldu mu? Regülasyon becerileri hangi noktada? Diğer çocuklarla sosyalleşmeye merak duyuyor mu? Yukarıda bahsettiğimiz gibi, daha geniş bir alanda keşife ihtiyaç duyuyor mu? Bazen son ikisini sağlamak için de evin dışında bir ortama ihtiyaç duyulabilir, yani kreşe gitmenin sebebi tam da bunlar için yeterli deneyimi sağlayacak ortamın olmamasıdır.

Her ne kadar kreş yaşı için ortalama üç desek de, özellikle Avrupa’daki uygulamada çok daha erken dönemde, hatta çok küçük bir bebekken dahi çocuklar bakım evlerine verilmek durumunda kalınabiliyor. Ülkemizdeki gibi bir bakıcı sisteminin olmaması, büyük aile desteğinin kısıtlı olması, anne ve babanın çalışma zorunluluğu gibi durumlar nedeniyle bu ayrılık bir mecburiyet olabiliyor. İlk 3 yaş ağırlıklı birincil bakım veren ile geçirilmesinin uygun olduğu bir dönemdir desek de, bu gibi mecburi durumları da göz ardı etmemiz gerekiyor. Böyle bir durumda mümkünse birebir bakımın tercih edilmesi ya da bakıcı başına düşen bebek sayısının 2-3 ü geçmemesi, sistemin değil bebeğin ihtiyaçlarının ön plana alınması (örneğin uyuduğu saatler, uyuma şekli, duyusal tercihleri…gibi), kurumda geçirilen saatlerin mümkün olduğunca kısıtlı olması, ortamın bebeklerin ihtiyacına uygun olması, daha büyük çocuklarla aynı ortamın kullanılmaması gibi durumlara dikkat etmekte fayda olacaktır. İlk üç yaş çocuğun birebir bakıma, birebir olmasa dahi belli bir bakım veren ile bağ kurmaya, bağ kurduğu kişi tarafından sinyalinin okunmasına, istikrarlı ve duyarlı cevap verilmesine halen ihtiyaç duyduğu bir dönemdir.

Kreşe gitmeye hazır bir çocuk için dahi geçişin çok yavaş ve adım adım yapılması önemlidir. Maalesef okulların pek azının bu yavaşlıkta bir oriyantasyon uyguladığını görüyorum. Bunun nedeni bu yaş çocuğunun ruhsallığını tam olarak algılanamamış olması, modern hayatın getirdiği zorluklar, kreşlerdeki personelin eğitiminin daha didaktik bir yerden gerçekleştirilmesi, velinin okula alınmak istenmemesi ve elbette işin maliyet boyutu olabilir. Özellikle, ilk üçünü birlikte bir gözden geçirelim.

İnsanoğlu insana dönüşmeye anne karnına düşüşü ile başlar. Bu geçiş sonrasında değişen rahime, latince ismi ile matrise ya da dünyaya (hepsinin aynı anlamı taşıması ne kadar muazzamdır) uyum sağlamaya yönelik bir şekilde beden gelişmeye başlar. Bu yazının konusu olmadığı için beden,ruh,zihin gelişiminde hangisinin hangisini takip ettiğine değinmeyeceğim, ancak burada bilmemiz gerekeni özellikle vurgulamak istiyorum: Yaşanan değişimin büyüklüğü öyle sarsıcıdır ki varoluşumuz ona uyumlanmak için topyekün bir uyumlanma sürecine girer. Yani rahimdeki dokuz ay, anne karnına düşüşümüz ile bu rahme uyumlanma sürecidir. Ardından doğum gelir. Doğum de rahmimizi, matrisimizi değiştiren ikinci değişikliktir. Doğumun ardından önce bebeğin yaşanan şoku atması, yeni rahme, yani dünyaya uyum sağlaması süreci başlar. Ancak uyum tamamlandığında, bir sonraki eşiğin atlanmasına hazır hale gelinir. Eşikler elbette doğum ile bitmez. İşte kreşe geçme evresinin önemi de doğum sonrası insanoğlunun deneyimlediği, matrisinin değiştiği eşiklerden biri olmasıdır (Öncesindeki eşikler başka bir yazının konusudur).

Bu şekilde düşündüğünüzde çocukluğa adım atan ya da henüz atmadan bu eşik deneyimine giren bebeğinizin ne yaşadığını daha iyi anlayabilirsiniz. Kreş bir rahim değişikliğidir. Anne rahminden yuva rahmine geçen bebek şimdi ise dünyaya bir adım daha yaklaştığı kreş rahmine geçmektedir. Bu rahim değişikliğini nasıl yaşadığı elbette anlamlı olacaktır. Bir yandan, daha önceki rahim değişikliklerinde yaşadıklarının anısı yükselecek, bir yandan da bu değişikliği yaşama hali öncekileri de etkileyecektir. Ne demek istediğimi daha somut bir yerden anlatayım.

Bebeğiniz dünyaya gelirken neler yaşamıştı? Ani, müdahaleli bir doğum muydu? Gelmeyi istemiş miydi? Gelmek istemesine rağmen gelmekte zorlanmış mıydı? Güvende hissettiği bir dünyaya mı adım attı? Bunların üzerinde biraz düşünün (ve zorlandıysanız biraz regülasyonunuza dönün. Biraz nefes, oturduğunuz yere topraklanma ya da bulunduğunuz yerde size iyi gelen bir nesneye bakma ana dönmenize yardımcı olabilir). Burada konumuz ile ilgili olduğu için özellikle “ani” lik üzerine durmak istiyorum. Son yüzyılda, ilginç bir şekilde insanlık eşiklerini, geçişlerini “ani”lik üzerine kurgulamaya başladı. Anne karnına düşüşten başlayalım. Bu eşikte önemli bir nokta ebeveynlerin hamileliği keşfidir. Hamileliğin fark edilmesi ile birlikte yükselen duygular bebeğin bedenselleştireceği duygulardır. Hamilelik testlerinden önce, hamileliğin kesinleşmesi oldukça yavaş bir süreç iken, artık hamilelik haberi kesin, net ve çok ani alınan bir habere dönüşmüştür. Aynı şekilde sezaryen doğumların artması da bu bakış açısından değerlendirilebilir. İnsanlık, daha az acı, daha hızlı geçiş ve daha fazla kesinlik istemektedir. Kreş geçişlerinin de modern hayatta bu yönde evrilmesi bu nedeniyle tesadüfi değildir (Bu noktada yine bir nefes ile çocuğumuzun sağlıklı bir şekilde kucağımızda olduğunun ve ilişkimizin onarıcılığının farkında olalım. Kollektif bilinç değişiyorsa da amacımız sadece olanları fark ve idrak etmek).

Sonuç olarak, önceki geçişlerde yaşananların duygusunun şimdi bu geçişte yükselmesi doğal olacaktır. Çocukların bu geçişe tepkileri, hazır oluşları kadar bu nedenden ötürü de farklıdır. Nasıl ki doğum için anne bebek ikilisinin hızında, kendilerini güvende hissedeceği bir akışta desteklemek istiyorsak, bu geçişi de benzer bir yaklaşımla gerçekleştirmeliyiz. Annenin kucağından, yaşadığı yuvaya geçiş yapan bebeğin şimdi kreş rahmine geçişi de kendi hızında olmalıdır. Anne ve babasından ve onların güvenli kıldığı limandan ayrılırken, öğretmeni ve öğretmeninin güvenli kılacağı limana geçişte bir köprüye ihtiyacı vardır. Bu yüzden, kreşin ilk zamanları ebeveynlerden birinin kreşteki varlığı önemli olacaktır. (Bu şekilde bir geçiş, önceki geçişlerde yaşananlara dahi iyileştici etkide ve onarıcı olabilir).

Bu yüzden, geçişin ebeveynden keskin bir şekilde yapılmaması önemlidir. Naçizane önerim, çocuğunuzu vermeyi düşündüğünüz kreşin ebeveynli oyun grupları ile başlamanız olur. Böylece hem siz içeriyi gözlemleme imkanı bulursunuz, hem de çocuğunuz bu yeni rahme adım atarken dilediği kadar sizin kucağınızda vakit geçirebilir. Aslında mantık şudur: Çocuk ebeveyni ile içeri adım atar. Belki yeni ile karşılaşmak bu çocuğun önceki deneyimleri için çok da keyifli olmamıştır. Bu nedenle, bazı çocuklar hemen ortama katılmak yerine daha çok ebeveyni ile vakit geçirmeyi tercih edebilir. Ancak, doğru yaklaşımla, her çocuk kendi hızında yavaş yavaş daha az ebeveyn ile, daha çok oyun grubu ile vakit geçirmeye başlayacaktır. Çocuk ebeveynden ayrıldıkça, ebeveynin de aktiviteler içinde giderek daha pasif bir konuma geçmesi önemlidir. Belki daha geride oturmak, ebeveynlere verilecek farklı aktiviteler ile çocukların sadece ihtiyaç duyduklarında gidecekleri liman konumunda olmaları, hatta yine hazır olunan noktada odanın ayrılması gibi, oyun grubunda yavaş yavaş kreşe hazırlık yapılabilir. Kreş başladıktan sonra da, ebeveyn çocuğun ihtiyacı oranında kreşte ulaşılabilir olmalı, ancak giderek liman görevini de öğretmene devretmelidir.

Bu noktada belli yaklaşımları ön plana çıkarmaktansa, uygulamaların ve uygulayıcıların bunu ne kadar bilgi ve içtenlikle yaptığının daha önemli olacağını vurgulamayı yeğlerim. Ancak, mutlaka bir yaklaşım ismi vermek gerekirse Waldorf yaklaşımınn bu yaş grubu için en ılımlı ve en bebek ruh sağlığını anlayabilen noktada olduğunu ifade edeyim. Yine de esas olan yukarıda vurguladığım gibi uygulayıcıların kendisidir.

Böyle bir oriyantasyonun üç günde tamamlanamayacağını sanırım öngörmek zor değil. Bu çalışan ebeveyn ya da okul için zor bir durum olabilir. Ancak, modern hayatın bize getirdiği zorlukların çocukların doğasına ne kadar aykırı olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Öyle ki, eğer bir şehirde değil, insanın doğasının binlerce yıl ait olduğu komün hayatının içinde yaşıyor olsaydık, bu ayrışma şöyle gerçekleşirdi: Çocuk annesinin bedeninden ve alanından yavaş yavaş ayrışır. Önceleri evin içinde, sonra evin kapısının da dışına çıkmaya başlar. Baba dış dünya ile önemli bir köprüdür. Bu dışarı çıkmalarda çocuk diğerleri ve kendi gibi olanlarla karşılaşır. İlk zamanlar burada kısa vakit geçirir ve hemen annesine döner. Ancak zamanla, dış dünya ve diğerleri daha da ilginç ve güvenli hale gelmeye başlar. Kendi yuvasına ve anneye dönme azalır. Daha çok komünün ortak alanında zaman geçirir olur. İşte böyle bir çocuk için kreş budur.

Bu noktada, şehirde kreşe gitmenin bir diğer çarpıcı zorluğunu da fark ederiz. Komün hayatında mekanlar arasında kesinti yoktur. Bir akış içinde hepsi birbirinin devamı gibidir. Kapı açılır ve kreşin ön meydanı başlar. Hatta, bazen somut bir kapı bile yoktur. Oysa şehirde olan biten nasıldır? Evimiz dört duvardır ve dış dünyadan kesin çizgilerle ayrılmıştır. Çocuğun kendi akışında içeri ve dışarısı çok da mümkün değildir. Bununla birlikte pek azımızın hemen evinin karşısında, birkaç adım ilerisinde gönderebileceği bir kreş vardır. Çoğunlukla çıkarız, çocukları arabalara bindirir ve başka bir sokakta, semtte, uzağımızda bir yere götürürüz. Çoğumuz çocuğumuz için bunun bir anlam içerdiğinin farkında bile değildir. Ancak, çocuklar bu kesintiyi, ihtiyaç duyduğunda normal koşullarda kendi doğalında olması gereken, “dönüp ebeveyne gelebilme”nin bu çerçevedeki imkansızlığını algılarlar. Bu da kreşe adapte olmanın zorluğunun önemli nedenlerindendir. İşte, bu neden de, ebeveynin içeride olacağı bir oriyantasyon programı gerekliliklerinden birini oluşturur.

Son olarak, köprünün diğer ucunda da maalesef bu durumun ruhsallığı yeteri kadar iyi anlaşılmamış olduğu ve personel bu doğrultuda yeterli ve doğru eğitimi almadığı için de bu geçiş çok kolay gerçekleşmeyebilir. Ayrılık ayrılanın o güne kadar işlediği bağ deneyimi kadar, onun teslim alanın kurduğu ilişki ve regülasyon (hem kendi hem de çocuğu regüle etme becerisi) ile iilişkili olacaktır. Bu noktada, çocuğunuzu kreşe verirken en önemli unsurun öğretmeninin kişilik ve ruhsal yapılanması olacağını söylemeliyim. Aynı şekilde, rahim değişikliğinin olduğu bu ilk etapta da önemli olan kurumun kaç çeşit aktivite yaptırdığı ya da kaç dil öğrettiğinden ziyade şefkat, duyarlılık ve regüle etme becerileri ile çocuğu nasıl sardığı ve ileri taşıdığı olacaktır. Danışmanlıklarımda birçok kurumun yeteri kadar psikolojik destek ya da eğitim almadığını, çocuklardaki geçişi iyi yönetemediğini, çocukları regüle etmek yerine dikkat dağıtmaya yönelebildiğini, çocuklar arası dürtüsel yükselmelerdeki yaklaşımlardan bihaber olduklarını gözlemliyorum. Elbette, bu genellemelerin arasında gerçekten işini merak, duyarlılık ve şefkatle yürüten okullar ve öğretmenler de var. Ancak sayıları oldukça az. İlk 3 yaş çocuğunun beyin ve sinir sisteminin yapısı 4-5 yaş çocuğundan daha farklı bir noktadır. Dolayısıyla bu yapılanmaya uygun yaklaşımlar konusunda personelin ayrıca eğitilmesi, özellikle deneyimsel süreçlerden geçmesi özellikle önemli olacaktır.

Bir ebeveyn olarak bu bilgiler ışığında kurumun ve öğretmenin erken çocukluk dönemi ruhsallığına uygun davranıp davranmadığını gözlemlemenizcaktır. Çocuklar içeri nasıl alınıyor? Ağlayan çocuklar nasıl yatıştırılıyor? Duygusal ve duyusal yatışmada duyarlı yöntemler uygulanıyor mu? Aynalama ve yansıtma becerileri öğretmen tarafından kullanılıyor mu? Yöneticinin vizyonu nedir? Önemsediği ve en çok bahsettiği şeyler nelerdir? Sistem mi ön planda, çocuk mu? Sistem çok keskin uygulanıyor mu? Ya da sınırsızlık ve sistemsizlik mi söz konusu (bunu içerideki kaostan anlayabilirsiniz)? Sınırlar pozitif konulabiliyor mu? Ağlayan çocuklar sakinleştikten sonra aktif olarak oyuna katılabiliyor mu, yoksa bu daha çok donmada olan bir hal gibi mi? Kreş yönetimi psikoloji alanında uzmanlardan yeterli desteği alıyor mu?

Farkındaysanız, bu kriterlerin bir çoğu yüksek maliyetler gerektirmeyen, yöneticinin ve öğretmenin taşığıdığı kişilik özellikleri ile ilgili. Dolayısıyla, mesele çocuğunuzu şehrin en pahalı okuluna götürmekten çok, onun yuvanızın sıcaklığını sağlayabilecek duyarlılıkta kişilere emanet etmek ile ilgili. Bu da pek tabii mahallenizde bulunan kreşin sahip olduğu bir özellik olabilir.

Tüm burada yazılanlara uygun bir okul bulmanın, ya da bu kriterleri sağlamanın çok kolay olmayabileceğini biliyorum. Bu durumda, elimizden gelenin en iyisini yapmak, en azından çocuğumuzun nasıl bir zorluktan geçtiğini fark ederek onu desteklemek önemli olacaktır. Bu geçişte çocuk evde regülasyonda daha zorlanmaya başlayabilir, uykular ve beslenme bozulabilir, yaşadıklarını oyuna sembolik olarak taşıyabilir, ısırma, vurma gibi davranışlar ortaya çıkabilir. Yaşadığı geçiş nedeniyle bu yansımalar doğal olsa da, bu durumda bir azalma ve kaybolma olmuyor ise durum okul ile mutlaka karşılıklı konuşulmalı, gerekirse saatlerin azaltılması, psikolojik yardımın alınması ya da okul değişikliği değerlendirilmelidir. Aynı durum, ayrılmakta zorlanan ve kapıda çok ağlayan çocuklar için de geçerlidir. Çocuk bu ayrılığa hazır olduğu bir dönemde gitmemiş olabilir, ayrılık ile ilgili geçmiş deneyimleri zorlu olabilir, okul bu durumu yönetmekte zorlanıyor olabilir ya da ilişkimizde bu durumu sarmakta zorlandığımız bir noktada olabiliriz. Yani, aslında problemin kaynağı ve dolayısıyla çocuğun hikayesinin bütünü ele alınarak çözümü için ilerlenmelidir. Üstelik, bu noktada, ayrılık ile ilgili zorlanan sadece çocuğumuz da olmayabilir. Ayrılıkların bizim için ne demek olduğu, mutlak şekilde onun hikayesine de yansıyacaktır.

Sonuç olarak, problem yaşandığında problemin kaynağı ne tek başına ebeveynin ya da çocuğun ayrılamaması ne de okul değildir. Her çocuk için ayrı değerlendirilebilecek bir konudur. Ancak, en azından şu noktaya kadar kreş çocuğun hayatına ne zaman girmeli, girerken nasıl bir yol izlenmeli, kreş seçerken nelere dikkat etmeliyiz konularına bu yazıda değinmiş olduk. Dileğim o ki, erken çocukluk dönemi kreş deneyimini hem ebeveynlerin hem de kurum idareci ve öğretmenlerinin 0-3 yaş çocuğunun ruhsallığına uygun bir yerden görebilmesi ve sarabilmesi, bu konudaki farkındalığın artması ile “yeni” ve “okul” fikrini daha çok sevecek miniklerin çoğalması gelecek gerçeğimiz olur.

Sevgilerimle,

Sinem Özen Canbolat

Gelişim Psikolojisi Bil. Uzm.

* Burada belirtilen yaş ortalama bir yaştır. Çocukların ayrışma dönemi normal bir gelişimde 2-3 yaş arasında tamamlanır. Dolayısıyla bazı durumlarda örn.2.5 yaşda da çocuk kreşe hazır olabilir.

Facebook
Twitter
Email
Print