“Ve şu an bebeğim, benim kalbimin senden geleceklere açık olduğu bir an’dır”
Diyelim ki bir an bayıldınız ve gözünüzü açtığınızda tanımlayamadığınız uzay aracına benzer bir aracın içinde buldunuz kendinizi. Çevrenizdeki insanlar hiç anlamadığınız bir dilde hararet ile konuşuyor. Acaba tehlikede misiniz? Değilseniz, aslında içinde bulunduğunuz araç bir bakıma çok da ilgi çekici. Mesela oynayacak bir sürü düğmesi var. Ama önce rahatlayabilmek için emin olmanız gerek. Neler olduğunu nasıl anlayabilirsiniz?
Muhtemelen dikkatiniz o an sahne ile ilgili alacağınız daha anlaşılır bilgilere yönelecektir. İnsanların mimikleri nasıl? Ses tonları hangi duyguyu taşıyor? Derileri çok soğuk ya da çok sıcak mı? Kasları gergin mi? Bakışlar donuk mu? Araç hareket ediyor gibi hissediyor musunuz? Sağa sola sallanma var mı? Ortamda ter kokusu mu var? Belki duyguların kokusunu da hissediyorsunuz. Siz nasıl hissediyorsunuz? Sözler olmadığında nereden alıyorsunuz bilgiyi?
Sözlerin olmadığı, dünya ile ilgili bilginin çok kısıtlı olduğu sözel öncesi dönemde, bebeklik döneminde, bebeğin dünyadan aldığı bilgi ağırlıklı üçüncü ve en zeki beynimiz kalpten ve duyusal bilgilerden gelir. Bebek yabancısı olduğu bu ortamda olan biteni bunların ışığında değerlendirebilir.
Bu nedenle, yüzümüz gülüyor dahi olsa gözlerimizdeki donukluk ona alarm verir, kalp ritmimiz hızlı ise onun dinginlik içinde oyuna odaklanması zordur. Onun merkezi zaten yoktur. Merkezi, bizim kalp frekansımız bizim dengemizin ve merkezde oluşumuzun aynasıdır. Eğer kalp frekansımız karmaşık ise o da bizim var olmayan merkezimiz dolayısıyla kendini dengede ve merkezde hissedemez, ve bu hal içinde dengeye gelip de kendini uykuya bırakması imkansızdır.
Bizler sözel sonrasında çok fazla zihine, yani kalp zekamızı bırakarak zihinsel zekaya geçmişizdir. Her şeyi zihin yoluyla anlamlandırıp çözmeye odaklandığımızdan onların sözel öncesindeki kadar net ve temiz değildir duyusal ve kalp alanları ile ilgili bilgilerimiz.
Oysa biraz kendimizi “an”da dinlesek, o anın içinde, sanki vahşi bir ormanda bir kaplandan kaçıyormuşçasına nefes alıp verdiğimizi, hatta ölüm tehlikesi altındaymış gibi donduğumuzu dahi hissedebiliriz. Şehrin, modern hayatın, teknolojik hayatın, hayat ile ilişki kurma biçimlerimizin tıpkı bir kaplana dönüşüp bizi kovaladığı anlarda kaçmaya hazır olmak için kalbimize daha çok kan pompalanır, kaslar gerginleşir, hızlı nefes alıp vermeler başlar. Bazen de o kaplan bizi yakalamış ise donuk bir duruşa da geçebiliriz. Bebeğimiz de hem kalbimiz, hem nefesimiz, hem de diğer tüm bilgiler üzerinden geldiği yerin vahşi bir orman olduğu ve kendisinin de kaçıp savaşmak ya da donmak zorunda olduğu yanılgısına kapılır. Ve tüm sistemi buna göre düzenlenir. O anne karnındayken bile vücudumuzda olup bitenler ona geleceği ortam hakkında bu şekilde bilgi verir.
Çok korkutucu değil mi? O ufacık bebeğin her şeyini bizim üzerimizden bu kadar net hissetmesi? Ama bir o kadar da rahatlatıcı, çünkü zengin-fakir, genç-yaşlı, hepimizin eşit derecede ulaşabileceği, hatta ulaşmak zorunda bile olmadığı, zaten yaşadığımız sürece bizimle hep olan NEFES var tüm bu halleri çözmemize yardımcı olabilecek. Elbette, bu vahşi orman algımızın, içinde dolaşan kaplanlarımızın nereden çıkıp geldiği konusunda farkındalık geliştirmemiz, dolayısıyla kendi farkındalık süreçlerimiz çok önemli, ancak tam da anı geçici olsa da rahatlatmak için o vahşi ortamı bir cennet bahçesine dönüştürebilme imkanı vücutlarımızda zaten her saniye var olan bu sistem içinde mümkün.
Eğer ki bizim hızlı nefes alıp verişimiz ya da nefes alamayışımız hem vücudumuza hem de vücudumuz aracılığı ile bebeğimize “burası güvensiz” sinyalini veriyorsa, bu nefesi derinleştirerek tam tersi anlamda bir sinyali göndermek an için onarıcı olabilir. Durup burundan, derin, yavaş bir nefes alıp yine yavaş bir şekilde verdiğimizde, kalp ritmimiz, kalp frekansımız, kaslarımızın gerginliği, sesimizin vibrasyonu, bakışımızdaki odaklanamama ya da fazla odaklanma halleri bir anda rahatlamaya başlar. Böylece, tüm bu nefes alma hali vücudumuza ve bebeğimize şu “an”ın içinde yavaşlayabileceğimiz kadar güvenli bir an olduğunu söyler.
“Ve şu an bebeğim, benim kalbimin senden geleceklere açık olduğu bir an’dır”.
O zaman, tam da şimdi, şu an size hediye edilmiş iken, benimle birlikte derin basit bir nefes alın…Ve sadece nefesinizi dinleyin, nefes ile olun, nefes olun…