Güvenli bağlanma deneyimi için ilk adım “bebeğin sinyallerini fark etmek” diyoruz. Aslında, bir adım öncesi var: ebeveynin zihnini boşaltabilmesi ve o an’ın içinde kalabilmesi!
Hep bebeğiniz ile “an”da[1] olmaktan bahsediyorum.
Neden bu kadar zor bu “an”da olmak?
Siz onunla iken zihniniz nerede fark ediyor musunuz?
Belki bundan birkaç yıl sonra, hangi okula gideceği konusunu düşünüp endişeleniyorsunuz.
Belki, “bugün ne yemek yapsam” diyorsunuz.
Belki de dün arkadaşınızın size söylediği bir şey canınızı sıktı.
Belki o an olmak istediğiniz başka bir yer var…
Nasıl İçinden Çıkarız?
Tüm bunları düşünmek anormal bir durum değil. Ama bizi an’dan alıkoyuyor. İşte belki o sırada bebeğinizin bakışınızı aradığını fark edemiyorsunuz… Belki gözlerini ovuşturduğunu… Elindeki oyuncak yerine masanın üzerindeki oyuncak ile ilgilendiğini… Belki sizin dikkatinizi çekebilmek için elindeki oyuncakları atmaya başladığını… Emerken aldığı süt yetse dahi, aldığı ilgi yetmediği için kazağınızı çekiştirdiğini…
Peki nasıl içinden çıkacağız, bu kadar otomatikleşmiş, fark etmeden içine girdiğimiz düşünce süreçlerinden? Özellikle de, bunlar bizim dengede kalmamızı olumsuz etkileyen durumlara sıklıkla dönüşüyorsa?…Düşünmeyeyim derken sürekli kendinizi düşüncelerin içinde kaybolmuş buluyorsanız?
Başlangıç Noktası: Fark etmek!
Her şeyin başında, FARKINDA olmak var! Bir zaman yolculuğu yaptığımızın farkında oalcağız. Şu anda olmadığımızın, geçmişe gittiğimizin ya da gelecekte henüz gelmeyen bir şeyi düşündüğümüzün. Bunların daha henüz olmadığının, ya da olup bittiğinin farkında olacağız.
Kendimize şunu söyleyeceğiz: Olan olmuştur ve olacak olan da daha olmamıştır. Kıymetli olan, bu andır!
Yeterli Olmadığında: Duygular Misafirimiz!
Dönebildiniz mi tekrar an’a? Yeterli olmadığını mı düşünüyorsunuz? Eğer bu düşünceleri fark etmemiz yeterli olmuyor ve kendimizi bunun içinden çıkaramıyorsak, o zaman, bir beş dakika daha kendimize ayıracağız.
Çünkü, kendi zihnimizi temizlemeden, bebeğimizinkine yer açmamız olası değil.
Mümkünse bebeğimizi bize destek olabilecek birine vereceğiz. Mümkün değil ise, onunla iken, ama onun ilgisini çekebilecek (ekran haricinde) bir oyuncak ile onu yanımıza bırakacağız ve kendimize döneceğiz.
Önce, vücudumuzun ne hissettiğine odaklanacağız. Kaslarımız gergin mi? Tenimiz soğuk mu sıcak mı? Midemiz ya da bağırsaklarımızda yolunda gitmeyen bir durum var mı? Kendimizi dinleyeceğiz. Fark etmek de zorlanıyorsak, duyularımıza soracağız. Ne görüyoruz? Ne duyuyoruz? Nasıl ağzımızın tadı? Kaslarımızı iyice sıkıp, sonrasında gevşek bırakalım. Onları duymaya çalışalım.
Eğer duyduysak, vücudumuz ne deneyimliyor anladıysak, yeterli. Bununla ilgili bir şey yapmak zorunda değiliz. Sadece nasıl hissettiğimizi fark etmeye çalışacağız.
Sonra, aklımıza gelen düşünce ile ilgili hissimizi anlamaya çalışacağız. Bunu adlandıracağız. Endişelendik mi? Korktuk mu? Umutsuzluğa mı düştük? Heyecanlandık mı? Her ne duygu ise o, onu kabul edeceğiz.
Sonra endişelerimizin, korkularımızın, umutsuzluklarımızın “biz” olmadığını hatırlayacağız. Bunlar bizim kimliklerimiz değil. Gelecek ve geçecek şeyler. Bize ait değil. Endişeniz, korkunuz, umutsuzluğunuz siz değilsiniz. Sadece misafir ettiğiniz bir duygu. Sadece, bugün, şu an sizinle.
Ona, “merhaba, hoş geldin misafirim” diyeceğiz. Senin için ne yapabilirim? Yapılabilecekleri gözden geçireceğiz.
“Şu yaşa geldiğinde, altı ay öncesinde okullarla ilgili bir araştırma yapabilirim”, veya, “bu konu hakkında düşünmeyi ve eşimle konuşmayı akşama erteleyebilirim”
“Bebeğim uyuduğunda yemek kitabını çıkarır bakarım”
“Arkadaşımla, onu gördüğüm zaman konuşurum” ya da “Arkadaşımla konuşamam. Bu konuda çok kaygılıyım. Bu kaygım üzerine düşünmeyi ve kaygımı hissetmeyi gece 20.00 sonrasına erteliyorum”
Misafirimiz için belki bir aksiyon haritası oluşturacağız, belki onu düşünmeyi erteleyeceğiz, belki de onunla ilgili bir şey yapma gereği duymayacağız.
Artık ne yapabileceğimizi bildiğimiz için onu olduğu yerde bırakabileceğiz ya da bir şey yapma gereği duymadıysak onu kapıdan yolcu edeceğiz. Ve an’a dönebileceğiz.
An’a Dönerken “Nefes”i Kullanmak
Dönüş için de, öncelikle nefesimize odaklanacağız. Nefesimizi alırken kısa, derin ve “tüm vücuduma şifa gönderiyorum” hissi ile nefesin ayaklarımıza kadar gittiğini düşleyerek alacağız. Verirken biraz daha uzun, yavaş yavaş ve o vücudumuzdan giderken temizleniyormuş hissi ile vereceğiz. Bu arada bir sürü düşünce hücum edecek zihnimize yine. Bunları her fark ettiğimizde nefesimize tekrar odaklanmaya çalışacağız. Farkındalıkla nefes alıp vermeye, rahatladığımızı hissedene kadar, ya da ne kadar devam edebiliyorsak, o kadar devam edeceğiz.
Sonra, zihnimizi boşaltmış olarak bebeğimize döneceğiz…
Tüm bebeklere ve ebeveynlerine, an’ın deneyimledikleri birliktelikler dilerim.
Sevgilerimle,
Sinem Özen Canbolat,Uzm. Gel. Psik.
Kaynak: Beth Kurland, PH.D.’nin Psychology Today’deki yazısından esinlenilmiştir.
[1] Hiçbirimiz için zamanımızın %100’ünde “an” da kalmak mümkün değildir. Bunu sadece, elimizden geldiğince yapmak yeterlidir. Allan Schore’un ifadesi ile, zamanın sadece %20-30’unda bile bebeğimiz ile uyumlanabiliyorsak- ilişki içinde “onarma” olduğu sürece- yeterli olacaktır.