Neden emzirmeyi sonlandırmak zorunda kalıyoruz? Emzirmeyi sonlandırırken neden bu kadar zorlanıyoruz? Sonlandırmak zorunda mıyız?
Belki neden bu kadar zorlanıyoruz kısmına verilecek tek bir cevap yok. Bu sorunun cevabı bizim için ayrılmak ne demek, bebeğimiz için ayrılmak ne demek, ayrılıklarda yaşadıklarımız, verdiğimiz tepkiler, bedenimizin hatıraları ile çok geniş ve kişiye özel cevabı olacak bir soru bu. Ama burada ben bu üç soruyu biraz yaşadığımız hayatın penceresinden görelim istedim.
Bebeğin o ilk olma hali… Henüz “ben” yokken ortada, ona tam ve bütün hissettiren, yaşamı hissettiren emmenin yoğun olarak saran kapsayıcı hali… Bu ilk halde bebek yoktur. Winnicott’un da dediği gibi anne bebek ikilisi vardır. Bebek için anne, anne için bebek onun bir uzantısıdır. Anne için, sanki eli, kolu gibi, bedeninin bir parçası gibidir bebek. Bebek içinse beden denen şekil hali bile yoktur.
Sonra zaman ilerler. Bebek yaşamda nice deneyim elde eder. Bakım verenleri onu tuttukça bedenini fark eder. Tutuldukça kendini güvende hisseder, ruhsal kalkanını inşa etmeye başlar. Bir başkasının gözlerinde kendini görmek, “kendiliğini” oluşturur. Fiziksel, zihinsel ve ruhsal bu bir arada tutan derisi inşa oldukça, “ben” oluşmaya başlar.
Ve böylece ayrışma başlar. Bebek anneden gözleri ile, emekleyerek bedeni ile, başkaları ile iletişime girerek zihni ile ayrılıp yeniden bir araya geldikçe, hem ayrıldığı hem birlikte olduğu anlarla bu ayrı olan “ben” algılandıkça, emmek yerine karşılıklı ilişkidede de deneyimler kazandıkça anneden ayrışır. Bağımsızlaşır.
İşte bu süreçte, emme yavaş yavaş yerini karşılıklı ilişkiye bırakır. Emzirme ilişkisi ona ilk temel olandır hayatında, ancak merak eder, güvende hissettikçe hayatı merak eder ve hayata uyumlanacağı ilişkiye, sosyal ilişkiye doğru yol alır bebek. Bazen zorlandığı dönemler olur, yeniden memeye yakınlaşır. Ancak genel çizgide bebek yavaş yavaş daha az memeye dönmeye başlar.
İşte sorduğumuz soruları sormamızın nedeni tam da bu noktadır. Doğal koşullarda, bu memeden uzaklaşma -eğer anne-baba-bebek üçgenindeki ilişkide hersey yolunda ise- kendiliğinden olmaya başlar. Ancak, modern hayatımızda, çoğunlukla bu “doğal koşullarda” yaşamadığımız için, memeden kendiliğinden uzaklaşma pek mümkün olmamaktadır. Neden?
Öncelikle doğal koşullarla neyi kastettiğimi ifade etmem gerek belki. İnsanoğlunun dünya üzerindeki yaşamına baktığımızda aslında binlerce yıldır topluluklar halinde yaşadığını, çoğunlukla bu toplulukların fiziken bir arada ve aynı kesintisiz ortamda olduğunu, barınaklarda dahi şu anda olduğundan daha geniş aileler şeklinde yaşandığını, hatta barınakta geçirilen zamanın dış ortamda geçirilen zamandan daha az olduğunu ve çoğunlukta ait olunan topluluk içinde zaman geçirildiğini görüyoruz. Ancak modern hayat ile bu durum değişmiş, insanlar daha çok barınaklarında ve daha az topluluklar içinde zaman geçirmeye başlamıştır. Geniş aileler çekirdek aileye indirgenmiş ve çoğu barınakta, ilişkiler, çocuklar açısından, sadece ebeveynlerle olan ilişkiye indirgenmiştir.
Durum böyle olunca da hayatımıza kocaman bir “kesinti” kavramı gelmiştir. Eskiden, bebeklikten çocukluğa geçme döneminde çocuklar daha kalabalık ve sosyal ortamlarda bulundukları için muhtemelen kendiliğinden bu sosyalliğe yönelme olmaktaydı. Örneğin, annesinin emzirdiği çocuk bir anda çevrede oynayan diğer çocukları görüp onların yanına gitmekte ve belki de uzunca bir süre o ortamda kalmakta, tekrar memeye dönme ihtiyacı herhangi bir tetiklenme ya da sıkılma (uyaran kısıtlılığı) olmadığı sürece ortaya çıkmamaktaydı. Bu doğal limanda kalma ve dış dünyaya ilgi duyma arasında gidip gelen ilişki kendi hızında giderek dış dünyaya dönmekte ve bir noktada artık emmeye dönme ihtiyacı ortadan kalkmaktaydı. İşte bu hal içinde emzirme “sonlandırma” şeklinde değil, belki de “kaybolma” şeklindeydi
Ne kadar ilginçtir ki, bu emzirmeden sosyal ilişkiye geçiş bizim dilimizde tam da yaşadığımız gibidir: Emzirme Sonlandırılır! Oysa insanın doğasında bu emzirme yukarıda açıkladığım gibi kaybolan bir ilişki halidir. Belki son nokta yine anne tarafından konulur ama zaten yeri ve zamanı da gelmiştir, çok zorlayıcı olmaz. Bizim hayatlarımızda “sonlandırılma”sının, “kesilme”sinin ve bunun bu denli keskin olmasının nedeni hayatlarımızın da kesintili olmasıdır! Çünkü, bizim hayatlarımız mekan, şekil ve zaman bakımından kesintilidir! Öyle ki, günümüzün çoğunu dört duvarı olan bir kutunun içinde geçiririz. O kutunun içinde çoğunlukla ilişki sayısı çok azdır. Bebeğin annesinden ayrılıp da katılacağı bir ilişkiler uzamsalı yoktur. Bunun olması için evimizden çıkarız, ancak bu zaten başlı başına bir kesintidir! Bebeğin kucağımızdan ayrılıp da diğerlerinin içine karışması gibi değildir. Örneğin, diğer çocuklarla sosyalleşeceği ortama geçebilmesi de ancak bu evden çıkma ve farklı bir mekana gitme ile mümkün olmaktadır. Üstelik o mekan da bu defa limanından uzakta ve yine bir kesintidir. Dolayısıyla, akışında olmayan hayatın içinde yaşadığımız izole hayatlara bir de kesik kesik planlanmış gün akışımız eklendiğinde, bebeğin de memeden ayrılışı akşında değil ancak bir kesinti ile mümkün olacaktır.
Üstelik de bu kesmeyi, aslında regülasyonumuz için çok da elverişli olmayan bir çok elektronik ve kimyasal içeren, doğanın dengeleyiciliğinden uzak yapılar içinde yapmak durumunda kalıyoruz.
Nihayetinde, 2-3 yaş aralığı, bebeğin bebeklikten çocukluğa geçtiği, emzirme ilişkisi yerine daha sofistike sosyal ilişki halini koyabildiği, anneden ayrıştığı ve önce babaya, sonra dışarıya döndüğü, bağımsızlaşma için önemli bir dönemdir. Elbette emzirmenin de bu döneme paralel sonlanması onun bağımsızlığını destekleyecektir. Bunun anneyi bu denli zorluyor olmasının altında yatan neden, doğru zaman olmamasınından kaynaklanmamaktadır (4-5 yaşına kadar uzayan emzirmelerde de neden bu ayrışma, ayrılık ve yönelme olamıyor sorusunu sormak önemlidir). Zaman doğrudur, ancak zorlanmanın sebebi, artık doğal akışında olmayan, doğadan ve akıştan uzaklaşmış hayatlarımızda yatmaktadır.
Yine de, gerçeğimiz buysa, evet, özellikle annelerin üzerine çok büyük bir sorumluluk düşmektedir. Emzirmeyi sonlandıran olarak, orada yükselen duyguları sarması gereken, doğal akışında çok daha az zorlanma olabilecekken, hayatlarımızın yapısı nedeniyle ortaya çıkan büyük duygularla baş etmesi gereken anneler bu yolculukta kendilerini yalnız hissedebilir. Aslında, ne büyük bir kapsamadır annenin verdiği. Sonlandırdığı ilişki de, başlayan ilişki de kendisindedir ve birini bitirip yerine diğerini sunmak durumundadır. Ve normalde doğal akışta var olan doğa ve diğer ilişkiler gibi yardımcılar bu noktada çok daha kısıtlıdır. Öte yandan, eğer ki anne yükselen bu zorlanmayı kendi ilişkisi içinde anlar, kabul eder ve kapsarsa, bu durumda bebeğine çok önemli bir hediye verecektir: önemli bir geçiş döneminin içinden ruhsal dayanıklılık ile çıkabilme. Öyle ki, bu geçişte yaşadıkları hayatında diğer ayrılıklara da model olacaktır (Elbette, her zaman ki gibi, burada annenin babadan ve yakın çevresinden aldığı destek çok önemli olacaktır).
Ayrılma ve ayrışma yolculuğunuzda size, destek ile, akışında ve kapsayıcı bir ilişki içinde kendi gerçeğimiz çerçevesinde mümkün olan en iyileştirici emzirme sonlandırmayı dilerim.
Sinem ÖZEN CANBOLAT
Gelişim Psik. Bil. Uzm.